Popüler kültürün ‘kentleşme’ yanılgıları idarecilerin duyularını köreltiyor. Kentlerin büyüklükleri altında ezilen kentsel endüstriler, çığlıkları; kentli olamama travmasına bağlıyor. Sürekli büyüyen ve çoğalan olmanın içinde gizli değişimi ‘dinamizm’ ile karıştırıyoruz. Bu yanılgı, teori ve pratik arasında kısılan, - zaten çoğu yetersiz ve vasıfsız olan-idarecinin iradesinde yetersizliğe sebep oluyor. Sonuçta kent, olgunlaşmamış kentlinin kendini bulabildiği bir yere; köye dönüşüyor.
* * *
Yaşadığımız topraklar insan medeniyetinin ilk filizlerinin yeşerdiği, ilk yerleşimlerin kurulduğu, mitoloji, bilim, sanat, felsefe ve edebiyatın ilk örnekleri ile yoğrulmuş büyük bir açık hava müzesidir. Böylesine değerlerin üzerinde yaşamamıza rağmen kentleşme ile tanışmamız çok eski değildir. Nüfusumuzun bir kısmı bugün bile yerleşik hayat ile tanışamamış, halâ göçebe yaşamını sürdürenler, Toros Dağları’nın yaylaları ile daha iç bölgelerdeki bozkırlar arasında gidip gelen bir hayat tarzını devam ettirmektedir. Ege Bölgesinde Balıkesir ve Çanakkale’ye kadar uzanan coğrafyada göçebelik günümüzde de sürmektedir.
Bütün göçebeler bunlarla sınırlı değil. Aslında ülkemizin büyük bir bölümü durmak yorulmak bilmez bir göç halindedir. Evet, bizler, ağır çekimde oynatılan bir filmin içindeyiz. Görüntünün hızını biraz arttırınca büyük bir yayıkta çırpılan sütün içindeki yağ zerrelerinin tereyağı topakları haline gelmesi gibi KENTLEŞİYORUZ. Önce küçük kentlere, buralarda hayat şansı bulamayınca daha büyük kentlere ve sürekli batıya gidiyoruz. Bu yavaş süreçte bir ömür süren uzun ve tek periyotlu göç akışı yaşanıyor.
Son durak, genelde “en Batı” olarak görülen; Akdeniz, Ege ve Marmara Bölgelerinin yerleşim noktaları oluyor. Bu yerleşim noktaları küçük ebru küvetindeki boya damlalarının su yüzeyine yayılışı gibi, yahut yağ lekesi gibi büyüyor. Tüm yüzey kaplanıp boşta hiçbir nokta kalmayıncaya kadar sürecek büyüme hayalleri çok tehlikeli gelişmelerin yakın gelecekte yaşanmasına sebep olacak! İnsan dünya üzerindeki tek canlıymış gibi, hoyratça, rahat ve saygısız tavrını sürdürmeye devam ederse bir süre sonra sert bir duvara çarparak durmak zorunda kalacak! Bunu doğanın kendi varlığını koruma pahasına yapacağı sihirli bir müdahale olarak da görebilirsiniz... Kentleşme ve yapılaşma (sanayi, tarım, turizm ve diğer sektörel yapılaşmalar da dahil) “KSİ: Kontrolsüz Serbestlik İlkesi”ne (Bu ilke; yeni dünya düzeni üzerinde etkili olan ‘Küresel İktisat’ modelinin bir parçası. Daha önceki yazılarımda detayları ile anlatmıştım. İnternet’de rahatça bulabilirsiniz.) KSİ, uygun şekilde, isteyenin, istediği yere, istediği yapıyı, öyle yahut böyle yapması şeklinde yürüyen bir süreç var. Popüler kültürün ‘kentleşme’ yanılgıları idarecilerin duyularını köreltiyor. Milyonların oluşturduğu göç dalgası dev bir tsunami gibi hukukun, bürokrasinin ve idarecilerin; kısacası, ‘erk’i elinde tutanın kalesine olanca hızı ile çarpıyor. Yönetim, yönetenler yahut liderler eli ile verdiği tavizler sayesinde bu kalede küçük delikler açtığının farkında bile değil.Kentlerin büyüklükleri altında ezilen kentsel endüstriler, çığlıkları; kentli olamama travmasına bağlıyor. Ama kentli olmanın eksikleri giderilmeden, bağışıklık kazanması sağlanmadan verilen yüksek dozlu popüler kültür büyük sancılara sebep oluyor. Bu sancının en aza indirilmesi için toplum olmanın önemli birleştiricileri güçlendirilmek zorunda! Bunlar; iletişim, ortak duygular hissetmek ve bu duyguların gerektirdiği davranışları yapabilme yeteneğidir.
Sürekli büyüyen ve çoğalan olmanın içinde gizli değişimi ‘dinamizm’ ile karıştırıyoruz. Aynı apartmanda yaşayıp birbirlerinden habersiz aileler, olup bitenleri sonrasında öğrenen dostlar, çevresine duyarsız bireylere dönüşmemize sebep oluyor. Kendi göç etmese bile çevresi sürekli değişen birey, göç yaşayan diğer bireyler gibi etkileniyor. Bu süreçte yerleşik kültür de zarar görüyor. Küçük kentlerde geçmişten gelen süreklilikler, geleneksel davranışlar, yerel kültürler büyümenin etkisi ile eriyor! Böylece çekirdek kentli nüfus da çevresinde yaşanan hormonlu büyümenin bir parçası oluyor. Buna rağmen ‘yerli’ ve ‘gurbetçi’ şeklinde iki ayrı tanımlama yeni oluşan kentlerdeki yapay toplumun bütünleşme sorunlarının sebebi olarak görülüyor. Bu yanılgı, teori ve pratik arasında kısılan, - zaten çoğu yetersiz ve vasıfsız olan- idarecinin iradesinde yetersizliğe sebep oluyor.
Sanayileşmenin ilk yıllarından beri hedef olarak seçtiğimiz ‘Batı’, her alanda olduğu gibi kentsel sorunlarla da bizden önce tanışmış. 20. YY. ortalarında ‘Kentsel Dönüşüm’, ‘Toplu Konut’, ‘Sanayi Bölgeleri’ ve ‘Kentsel Modelleme Sistemleri’ geliştirmiş. Hem sosyolojik (toplumbilim, kentbilimi, kent kültürü ve kentlilik) hem de kentsel endüstri (ulaşım, elektrik, yakıt, su, atık ve artıkların bertaraf sistemleri) olarak metodolojileri bulunan bilimsel teknikler üretilmiş. Bilimsel yaklaşımları, Batı toplumunun sosyal yapısına göre belirlenmiş bu modeller bizim kültürel yapımızla pek uymayan uygulamaları sadece ‘salt bilimsel gerekçeler’ ile uygulamaya koyma girişimlerini tetiklemiş.
Batı toplumlarının yuvarlak hatlı ‘kentlilik elbisesi’ bizim köşeli yapımıza tam uymamış. İyileştirme yapalım, fayda sağlayalım derken; yepyeni kültürel sorunların oluşmasına sebep olmuşuz. Bu çarpıklıkları fark edenler kendi bildiği şekilde çözme yoluna gitmiş, halen de gitmeye devam ediyor. Sonuçta kent, olgunlaşmamış kentlinin kendini bulabildiği bir yere; köye dönüşüyor.
* * *
ÇÖZÜM NE?:
Çözümün, göçü durduracak politikalarda olduğunda hiç kimsenin şüphesi yok. Ama bu sağlanamadığı sürece mevcut duruma en uygun politikaları geliştirmek, idarecilere stratejik hizmet sunanların görevi. Bu görevi yerine getirecek olanlar: Mevcut travmanın tedavisini yaparken bir yandan da yeni gelenlerin süreçte en az zararı yaşaması için çözümler geliştirmekle yükümlüler. İdareciler, stratejik kent gelişim planları hazırlanırken popüler kültürün tabandan gelen istekleri karşısında DİK DURABİLECEK, gerekli kararlılığı ve iradeyi gösterebilen kişiler olmak zorunda!
* * *
İdareci, mevcutla idare etmek yerine en iyiye, buna ulaşamasa bile daha iyiye ulaşacak iradeye sahip olmadığı müddetçe: Toplumun, popüler kültürün vasıfsız değerleri ile idare etmekten başka şansı kalmaz! Ama idareci, gerekli ‘iradeyi’ gösterebilirse; dik duruşunun ödülünü, toplumun değişimini görerek alır! Bu da, bir döngüdür ama işte o andan itibaren ‘kısır’ değildir!
İyi, çok iyiyi; çok iyi, en iyiyi; en iyi, mükemmeli tetikler.
Bir de bakmışsınız, olmuş!
Buna kısaca: “Başarı, başarıyı doğurur!” diyoruz.
Hep sevgi ile kalın.
Murat SEVGİ